-
Nazım Hikmet: Kitap kaldırıma çıksın!
Nazım Hikmet’in “Orhan Selim” takma adıyla Akşam gazetesinde yayımlanan “Kitab kaldırıma çıksın!” başlıklı yazısı: “Geçen gün bir bildikle Bab-ı Âli yokuşundan aşağı iniyorduk. Sağlı sollu kitapçı, berber ve aşçı dükkanlarını geçtikten sonra benim bildik dedi ki: – Bu caddeyi sinsi sinsi aşçı dükkanları istilâya başladı. Kafanın gıdasını yani kitabı satan dükkanlar birer birer kapanıyor, onların yerine midenin gıdasını satan aşçılar, piyazcılar, işkembe çorbacıları, şıracılar, limonatacılar, tavukçular açılıyor. Dahası var. Kitap artık sokağa düştü. Hele Pazar günleri gel de bak. Duvar diplerinde, işportalarda, kirez, tıraş bıçağı satar gibi kitap satıyorlar! – Mübalağa ediyorsun! dedim. – Hayır, dedi, mübalağa etmiyorum. Yumurta, limon, köfte ve pilav sokaktan, işportadan camekanlar arkasına çıkarken; kitap camekanlar…
-
Reşat Ekrem Koçu’nun Kaleminden: Recebim’in Öyküsü…
5 Ocak 1955 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanan Recebim başlıklı ve Reşat Ekrem Koçu imzalı yazı: Recebim… Bu da bir İstanbul türküsüdür… 1918’de çıktı. Herkesin ağzına düştü. Kara yeldirmeli, yanakları lâden benli, yüzlerinde düzgün ve allık, ağızlarında gıcırlı sakız, laubali ve yırtık bohçacı karılar, bir kayığa dolarak Haliç’in bir kıyısından öbürüne geçerken söylediler: Gemilerde tâlim varBahriyeli yârim var!.. Kırmızı, yeşil, sarı, kara boyalı ve mahmuzlarının altında tombul memeli deniz kızları bulunan “İhsan-ı Hüdâ” larını “Nemci Bahri” lerin, “Ejder-i Deryâ” ların tuvana ve şehbaz sırım gibi tayfaları söyledi: Gemi gelir yanaşırİçi dolu çamaşır… Tülü kafalı, dudağında bir uçuğa benzer sigara, mintanının düğmeleri kopuk, pantolon paçaları kıvrık, sokaklarda yalın ayaklarla uçar gibi yürüyen…
-
Lades – Nazım Hikmet
Nazım Hikmet’in 26 Ağustos 1920 tarihli Ümit dergisinde yayımlanan Lades adlı şiiri: Lades Lades tutuşalım seninle diyeDün gece yalvardım şen sevgiliyeİmalı bir eda verip sesine,Sevgili dedi ki: – Söyle nesine ?.”Dedim: – Aldatırsam eğer ben seni, Bir kere öpeyim beyaz enseni; Aldanırsam üç gün yüzüme bakma! Saçını önümde çözüp bırakma!..” Görelim yenecek diye kim kimi, Güldü, kabul etti bu teklifimi. Artık her sözümden bir hile seçti.. Dakikalar geçti… Saatler geçti… Ne onu aldattım, ne de aldandım, Bu böyle seneler sürecek sandım… Onun dalgınlığı benden de derin, Eski bir şark işi ipek minderin Bir ucunda kendi, bir ucunda ben, Gözlerimiz yerde düşünüyorken Ne hile bulalım diye yarın, Birden o saçını omuzlarına Tel, tel dağıtarak, karşımda durdu. Sonra dizlerime düşüp oturdu, Dedi ki: “Yakınlaş! Yakınlaş! Eğil!” Artık ben ladesi cezayı değil Bütün…
-
Merd-i Garip
Ahmet Rasim Bey’in 25 Aralık 1918 tarihli Yeni Gün gazetesinde yayımlanan Merd-i Garip adlı hikayesi: Merd-i Garip Oldukça hatırı sayılır erbab-ı işretten, fakat sevilir takımından bir merd-i garib var idi. Bir gün Bağlarbaşı tarafına çıkar, çakar. Akşama doğru bir de yüz dirhemlik alır. Karacaahmet mezarlığı bu mudur? Diyerek yürür. Mezarlığın, kendisince münasip gördüğü bir mahallinde durarak elindeki yüz dirhemliği de içer. Sızmak istidadı rû-nümâ olunca zaten evvelce tasladığı bir yanı açık, üstü kapalı bir lâhdin içine göçer, yatar. Dem, suyunu çekip de yakaza başlayınca kulağına birtakım sesler gelir. Gözlerini açar, bakar, görür ki fevk-i firaşında şehrâyîn icra ediliyor. Mumlar dikilmiş, meclis kurulmuş, iki telli bir sazın hava-yı murakkası ile birkaç…
-
19 Mayıs
19 Mayıs 1927 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “19 Mayıs?” başlıklı yazısı: 19 Mayıs? “Bundan sekiz yıl evvel, böyle bir ilkbahar günü, tam Mayıs’ın on dokuzunda Samsun Limanı’na bir vapur yanaştı ve bu vapurun içinden yanında dört beş yoldaşıyla ümerây-ı askeriyeden genç bir Mirliva çıktı, herhangi bir yolcu gibi tantanasız, debdebesiz, sessizce karaya ayak bastı. Bu genç Mirliva Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa idi. O tarihte bütün Türk milleti gibi Samsunlular da “Mustafa Kemal”in, Anafartalar kahramanı “Mustafa Kemal” olduğunu bilmekle beraber onun Samsun’a vürudunu fazla bir coşuşla karşılamadılar ve belki İstanbul’dan gelip geçen herhangi bir resmi yüksek şahsiyete gösterilen hürmet ve tazimle iktifa ettiler. Esasen o…
-
Silâhçı Tahsin Bey (Hasan Tahsin) nasıl bir adamdı? Atatürk; sınıf arkadaşını anlatıyor
Atatürk; sınıf arkadaşı Silahçı Tahsin adıyla tanınan Hasan Tahsin Bey’i anılarında şöyle anlatıyor: “Tahsin Efendi benim sınıf arkadaşım idi. Yüzbaşı iken istifa etmiş veya tekaüt edilmiş ve Selanik’te Silah gazetesini çıkarıyordu. Bu gazete okuyanlarca malum olduğu üzere mahalle kahvehaneleri müdavimlerini galeyana getiren mahiyette manalı manasız sözler, fikirlerle mali idi. Tahsin Efendi (Silahçı Tahsin) lakabını almıştı. Bu suret talakkub, iki muhtelif nevi talakkubdan neşet etmişti. Bazıları Silah gazetesinin adeta atıp tutmalar naşiri olmasından istihza makamında ve diğer bazıları… Avam, bu gazeteyi mahalle kahvesinde biri yüksek sesle okuyup diğerleri dinlediği zaman adeta ateşlendikleri ve Tahsin’in palikaryalara veya Moskoflara savurduğu ağırca küfürlerin düşmanların ciğergâhına bir tüfek, bir silah mermisi gibi tesir etmekte olduğundan…
-
Feleğin Konferansları: Bayram!
14 Aralık 1936 tarihli Tan gazetesinde yayımlanan “Feleğin Konferansları – Bayram” başlıklı Burhan Felek’in yazısı: “Baylar, bayanlar; – Umarım ki, hepiniz mübarek Ramazan’ı duymadan geçirmişsinizdir. Sesler: – Evet, çok şükür! – Tamam. Bugün Ramazan’ın son günü olduğu için size artık bayramdan bahsedeceğim: Malum ola ki, Ramazan bazen yirmi dokuz ve bazen otuzdur. Belki otuzu hiç geçmez. Bir erkek sesi: – Kadın yaşı gibi desenize! Diğer bir erkek sesi: – Hariçten gazel yasaktır. Felek: – Hiç bir müctehit Ramazan’ı 28 güne indirememiştir. Başkaları Ramazan’ı bir açlık ayı zannederler. Geçenlerde elime geçen bir İngiliz gazetesi “açlık getiren ay” diyordu. Halbuki oruç tutan olsun, tutmayan olsun, Ramazan’da her vakitkinden fazla yer, içer ve…
-
“Bir gün dükkânıma hayatımda gördüğüm zabitlerin en şıkı, en vakuru girdi…”
Ünlü emektar kitapçı İbrahim Hilmi Bey 15 Kasım 1936 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanan anılarında; Binbaşı Mustafa Kemal Bey’in kitabını nasıl yayımladığını şöyle anlatıyor: “Babıâli caddesinin en eski kitapçısı, 41 senelik tabi bay Hilmi kimlerin kitaplarını basmamıştır ki?.. Bay Hilmi anlatıyor: – Tabiliğe askeri kitapçılıkla başladım. Bir gün dükkânıma hayatımda gördüğüm zabitlerin en şıkı, en vakuru girdi. Şen, genç bir Binbaşı.. Bölük ve takımların talim ve terbiyesine dair çok dikkate değer bir eser yazmıştı. İnsana hürmet telkin eden bir sesle müsveddelerini verdi. Kitabı bastık. Son derece büyük bir rağbet kazandı. Bu genç vakur binbaşı kim di bilir misiniz? Atatürk… bir müddet sonra Selanik’ten gönderilen bir eserini daha basmak şerefine nail oldum.…
-
Muhafız Alayı nasıl kuruldu? Muhafız Alayı ve Muhafızgücü’nü kuran İsmail Hakkı Tekçe anlatıyor..
1 Haziran 1936’da Yarbay İsmail Hakkı Tekçe’nin törende yaptığı konuşma: Muhafız Alayı’nın onuncu, ve Muhafızgücü’nün on dördüncü yıl dönümü 1 Haziran 1936 tarihinde Ankara’da törenle kutlandı. Muhafız Alayı kumandanı Yarbay İsmail Hakkı Tekçe tören sırasında yaptığı konuşmada Muhafız Alayı ve Muhafızgücü’nün nasıl kurulduğunu şöyle anlattı: “- Arkadaşlar, Bugün Muhafız Alayı’nın Onuncu yıl dönümüdür. Bu büyük günü sonsuz bir sevinçle, ve bu sevinçten yaşaran gözlerle, inan dolu bir yürekle kutlarken göğsümüzü kabartan, başımızı bu önümüzdeki dalgalanan sancak gibi göklere erdiren, alayın şeref dolu tarihini iftiharla analım. Uzun seneler önce, Osmanlı orduları dört yıl süren çetin ve kahramanca bir boğuşmadan yorgun çıkmış, kötü şartlarla yapılan bir mütareke de silahlarını elinden almıştı. Asırlara şerefli…
-
1918 ve 1919 Senelerinde Görülen Grip Salgını (İspanyol Gribi)
Nakleden: Saim Umar – Kızılhaçlar Birliği Sıhhat Propaganda Servisi Neşriyatından. I. Dünya Savaşı’nın sonunda bir çok memleketlerde beliren grip salgını nerede ve ne zaman başlamıştır? Bunu tam bir bilgiyle söyleyecek kimse yoktur. Bugün tam yirmi senelik bir hadise olan bu âfeti incelemek faydasız olmayacaktır. Grip denilen hastalık her zaman için ve her yerde zayıf bir şekilde mevcuttur, ve bunu tam bir kesinlikle teşhisi zordur. Çünkü bazı sebep ve avamil tahtında olarak 1918’de de bu vahim salgının dünyanın muhtelif mahallerinde türemiş olması olasıdır. 1918 deki bu âfetin İspanyol gribi” ismini alması güya ilk evvel o memleketten başlamış olmasındanmış. İstatistik cetvellerine inanmak icap ederse 1918 tarihinde ihbar edilen hastalık vakaları – ölüm…