Prof. Dr. Emre Kongar’a Açık Mektup

Sayın Emre Kongar merhaba,

Sizi gençlik yıllarımdan beri bilir, saygı duyar ve aynı zamanda severim. Aziz Nesin’i de severim. Aziz Nesin halkla iç içeydi ve halkın arasından hiç çıkmazdı. Çoğu kez sizi de onun yanında ve halkın içinde görürdük. O zamanlar gençtim ve sizi büyük bir aydın olarak görür gıpta ederdim. Kitaplarınızı ve köşe yazılarınızı okur konferanslarınızı takip ederdim..

Birkaç ay önce Azerbaycan’da idim. Baktım Aziz Nesin’in kitapları Azerbaycan diline çevrilmiş. Bakü’de kitapevlerinin vitrinlerinde duruyor. Göğsüm kabardı çok gururlandım. Necip Fazıl’ı da o vitrinde görseydim yine aynı hisleri duyardım. Bazıları her şeyde ve herkeste bir kötülük arar. Ben bunun tam tersi olarak her şeyde ve herkeste bir güzellik aramaya çalışırım. Düşünüyorum da; aydınlarımızın bütün sıkıntısı kendi kabuğundan çıkıp evrenselleşememiş olmaları. Dünyada bir karşılıklarının olamayışı. Belki de birçoğu bunun verdiği eziklik yüzünden negatif enerji saçıyorlar, hırçınlaşıyorlar. Aziz Nesin neşeli alem adamdı, gülerdi, güldürürdü, pozitifti ve evrenseldi. Eserleri birçok dillerde yayımlandı. Keşke milletin şu kadarı aptaldır demeseydi. Çünkü aptal yaftası yapıştırılan o insanların dedeleri de Çanakkale savaştı. O aptal denilen insanların dedeleri arasında da çok sayıda İstiklal Madalyalı savaş gazileri var. Ve belki de akıllı geçinenlerden çok daha fazla. Savaş meydanlarında sağanak yağmur gibi gelen mermilere göğsünü siper etmek akıllıların yapabileceği türden bir şey değil.

Dünyaca ünlü bir toplum bilimci olsanız ne iyi olurdu?

Ülkemizde çok tanınmış değerli bir toplum bilimcisisiniz. Bunu hiç kimse inkar edemez. Eserleriniz dünyanın hangi dillerine çevrildi? Çağdaşınız olan batılı toplum bilimciler fikirlerinizden nasıl ve ne zaman yararlandı. Batılı toplum bilimciler sizin düşüncelerinizden kitaplarında nasıl atıflarda bulunuldu? Ülkemizde bu kadar çok tanınan bir şahsiyet olarak yabancı ülkelerde nasıl bir karşılığınız var? Bütün bunları takip edemedim bilmiyorum. Ben yakın tarihle ilgili konuları belgelerle inceleyen, kitaplarını el arabasıyla dağıtıp satan sıradan bir araştırmacı ve yayıncıyım. Toplum bilimi benim branşım değil. Hakkınızda bir yargıda bulunmak istemem, ancak dünya çapında bir sosyolog olmadığınızı biliyorum. Keşke siz de bir bütün dünyaya ışık saçan, dünyanın her ülkesinde düşüncelerinden istifade edilen bir aydınımız olsaydınız. Dünya düşünce tarihine damgasını vurmuş en etkili filozoflar arasında yer alsaydınız. Bütün dünyanın imrendiği böyle büyük bir bilim adamını içimizden çıkardığımız için millet olarak sizle daha çok gurur duysaydık. Bugünkünden çok daha fazla sizle iftihar etseydik.

“Tarihle yüz göz olmak…”

Emre Bey, Remzi Kitabevi’nden çıkan “Tarihimizle Yüzleşmek” adlı eserinizi dikkatle inceleyerek okudum. Gençlik yıllarımdan beri önemsediğim. Aziz Nesin’le bir tuttuğum Emre Kongar nasıl böyle hafif işlere imza atmış diye çok üzüldüm. Keşke toplum bilimci olarak kendi alanınızda kalsaydınız. Ne işiniz var sizin tarihimizle? Ne işiniz vardı tarihimizle yüzleşmeye?.. Kitabınızda çok sayıda maddi yanlışlar ve eksik bilgiler tespit ettim ve bunları hayranı olduğum size hiç yakıştıramadım. Çok kültürlü tarihimizi iyi bilen, dikkatli bir kitap okuru sahaf ağabeyim var. Kitabınızı o da okumuş. Senin çok sevdiğin Emre Kongar tarihle yüzleşememiş; tarihle yüz göz olmuş diye bana kinayeli söz söyledi. Bu sözler içime oturdu. Söz konusu kitabınızı okuduktan sonra aldanma duygusu hissettim. Şu satırları yazan şahsım da dahil olmak üzere; tarihimizle ilgili yazıp çizen, kalem oynatan herkes eleştiriye açık olmalıdır. Elbetteki siz de. Çünkü şan ve şerefle, şehitlerin kanıyla sulanarak meydana gelen yurdumuzun tarihi hepimizin ortak tarihidir. Değil eleştiri yapmak; milletimizin ensemizde boza pişirmeye bile fazlasıyla hakkı vardır. Tarih yazmaya soyunmuş hiç kimse kendisini eleştirilemez bir mevkide görmemeli. Eleştiriye açık olmak uygar olmanın şartlarındandır. Sayın Emre Bey kitabınızla ilgili son derece yapıcı ve sağlam bir eleştiri yazısı hazırladım.Yakında sayfamda halkımızla paylaşacağım.

Kitap etiketiyle yüzleşmek.

“Tarihimizle Yüzleşmek” adlı kitabınızın baskı bedeli 1 lira, bilemedin 2 lirayı geçmez. Ben de yayıncı olduğum iyi bilirim. Kitabınızın kapağında 94 baskı yaptığı yazılı. Hele böyle büyük tirajlar olunca maliyet çok daha aşağıya düşer. Tarihimizle yüzleşmek işinden maşallah epey kazanç sağlamış olduğunuz anlaşılıyor. Kitap başına 1 lira kalsa 94 bin, 5 lira kalsa 470 bin. Çok iyi para bu. Yayınevi kendi matbaasında basıp, doğrudan kendi mağazasının rafından sattığına göre hasılat daha da bereketli hiç şüphesiz.

Bereketli kazancın kaynağı; FETÖ’nün Kitap Yasağı

Söz konusu bereketli hasılat, ne yazık ki: 12 yıldır sessiz kaldığınız FETÖ’nün Kitap Yasağı sayesinde meydana geliyor. “FETÖ’nün Kitap Yasağı 12 yaşında” başlıklı önceki günlerde paylaştığım yazıda geniş bilgi mevcuttur. Aziz Nesin sağ olsaydı şu yazdıklarımı çok iyi anlar ve bu duruma isyan ederdi. FETÖ’nün Kitap Yasağı sayesine dönen ve size de güzel para kazandıran bu dolabı, çürük sistemi lütfen savunmaya kalkmayınız. Benim gibi eski hayranlarınıza daha fazla aldanmışlık duygusu yaşatmayınız. Ben sizi her zaman; gençlik yıllarında tanıdığım Emre Kongar olarak görmek isterim.

Eskiden Cumhuriyet’e sıkça uğrardım.

Cumhuriyet gazetesinin eski idari müdürü çok değerli ağabeyim Hüseyin Gürer, Atatürk’ün yaveri Cevat Abbas Gürer’in torunudur. Hüseyin Gürer hem dedesinin anılarının yayımlanmasına öncülük etti. Hem de Cumhuriyet gazetesinde çok güzel bir müzenin yapılmasını başardı. Hüseyin Ağabeyim başta olmak üzere eskiden Cumhuriyet gazetesinde birçok dostum vardı. O zamanlar gazeteye sıkça uğrardım. Ancak bu kişiler zaman içinde gazeteden çeşitli nedenlerle uzaklaştılar. İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Abdülkadir Yücelman Ağabeylerimiz ve Deniz Som gibi güzel insanlar da vefat ederek aramızdan ayrıldı. Şimdilerde gazetede Orhan Erinç Ağabeyim ve daha birkaç yazar ve idari görevlilerden başka tanıdık hiç kimse kalmadı. (Cumhuriyet gazetesi yönetimi hasta yatağındaki Oktay Akbal Ağabeyimin ölmeden birkaç ay önce maaşını kesti. Aklıma geldikçe Oktay Akbal ve eşi Ayla Hanıma yaşatılan büyük eziyete üzülürüm) 

Cumhuriyet gazetesinin kayıp cam negatif arşivi.

İstanbul Üsküdar da bir eskiciye on binlerce cam negatif düştüğünü duydum. Bunlar Cumhuriyet gazetesinin 1924 – 1928 tarihlerine ait cam negatif arşivi imiş. Araştırdık Cumhuriyet’in arşivinde böyle bir cam negatif arşivi mevcut değildi. Demek ki bunlar Cumhuriyet’in kayıp cam negatif arşiviydi. Foto muhabiri Namık Görgüç’ün çektiği birbirinden güzel fotoğraflardı. Cumhuriyet’te 1924 – 1928 yılları arasında gazete sayfalarında kullanılan görsellerin orijinal cam negatifleri imiş. Yıllar sonra ortaya çıkan bütün bu zengin arşive istenen fiyat sadece 3 bin TL imiş. Vakit geçirmeden Hüseyin Gürer Ağabeye durumu bildirdim. Hemen harekete geçtik. Rahmetli Abdülkadir Yücelman Ağabeyim; Namık Görgüç’ün Cumhuriyet’in en eski fotoğrafçısı ve Selahattin Giz’i yetiştiren kişi olduğunu söyledi. Aynı gün hep birlikte İlhan Selçuk’la da görüştük. İlhan Ağabey bu kayıp arşivi gazeteye kazandıralım hemen dedi. Ancak bu söz havada kaldı. Para mı bulunamadı, yaksa başka bir neden mi vardı anlayamadım. Aradan birkaç hafta geçti. Hüseyin Ağabeyin bütün, takip ve ısrarlarına rağmen Cumhuriyet gazetesi yönetimi; kayıp arşivine sahip çıkmak için hiçbir girişimde bulunamadı. Sonra öğrendik ki arşiv dağılıp gitmiş. Bu piyasanın önemli esnaflarınca paylaşılmış. Birkaç yıl sonra Cumhuriyet’in söz konusu kayıp cam negatif arşivinin büyük bir kısmını İnan Kıraç yönetimindeki Pera Müzesi’nce satın alınmış. Söz konusu arşiv ne yazık ki gazeteye kazandırılamadı. Ancak en azından ülkemizde kalması benim için yine de bir teselli oldu.

Açık mektubun konusu İbrahim Çallı imzalı tablolar..

Açık mektubumun asıl amacı “Tarihimizle Yüzleşmek” adlı kitabınızın eleştirisi değil. O konudaki eleştiri yazımı daha sonraki bir zamanda halkımızla paylaşacağım. Bu yazının konusu Cumhuriyet gazetesi koleksiyonundaki İbrahim Çallı imzalı tablolar. Atatürk ve Yunus Nadi yadigarı tabloların akıbetini öğrenebilmektir.

Cumhuriyet’in İbrahim Çallı imzalı tablolar nerede?

Cumhuriyet gazetesi eski Genel Yayın Müdürü İbrahim Yıldız Ağabeyim bir gün bana, ekonomik sıkıntı nedeniyle İbrahim Çallı imzalı tabloları satmak zorunda olduklarını söyledi. Nişantaşı antikacılarından biri tarafından ekspertiz de yapılmış, İşadamı İnan Kıraç’ın bu tablolara talip olduğunu anlattı. Bu konuda benim tanıdığım başka bir alıcı olup olmadığını ve tabloların değerini sordu. Ben de tabloların Yunus Nadi’den, Atatürk’ten emanet olması dolayısıyla satılmasının doğru olmadığını söyledim. Mutlaka satacaksanız; aman sakın elden satmayın, bu tür nadir eserlere paha biçmek çok zordur dedim. Gerçek değerin ancak müzayede koşullarında ve ortamında belli olacağını, bu tabloların çok büyük para edeceğini, iş adamlarının bu tabloları satın alabilmek için birbiriyle yarışacağını ve müzayedelerde inanılmaz fiyatlara yükseleceğini söyledim. Eserlerin değeri Nişantaşı’nda üç beş antikacının sözüyle tespit edilemeyeceğini, tabloların Atatürk ve Kurtuluş Savaşı konulu olduğunu, Atatürk’ün sadece ülkemizde değil, bütün dünyada tanınan büyük bir lider olduğunu ve tabloların Sotheby’s gibi büyük bir müzayedede yapılacak açık arttırmada 5 – 6 milyona satılabileceğini belirttim. Tabloların parasıyla Cumhuriyet gazetesi hem bir matbaa; hem de bir bina sahibi olur Ağabey dedim. Ben bunları konuşurken İbrahim Ağabeyim ara sıra sözümü kesip; “şu kadar bin lira eder mi?” diye küçük rakamlar telaffuz edip durdu. Daha fazla söze gerek yoktu. Anladım ki karar verilmiş ve tablolar satılacak. Elbetteki bu duruma çok üzüldüm. 

İbrahim Çallı imzalı tabloların akıbeti?.. 

Daha sonra baktım ki; Gazete girişinde her gün gördüğümüz İbrahim Çallı imzalı tablolar ortadan kayboldu. Tabloların asılı olduğu çivilere aynı boyda ucuz yeni resimler asıldı. İbrahim Çallı imzalı tabloların akıbetini ne yazık ki hiçbir zaman öğrenemedim. Cumhuriyet gazetesinde tanıdığım birçok kişiye tabloları sordum ancak yanıt alamadım. Tabloların akıbetini Hüseyin Gürer Ağabeyim ve birçok gazete çalışanı da benim gibi bilmiyor.    

Cumhuriyet’te çalışan herkes tabloları hatırlar.

Cumhuriyet gazetesi müzesine ait en değerli İbrahim Çallı imzalı tablo kapı girişinde asılı duran eserdi. Bu tabloyu Cumhuriyet gazetesinde çalışan herkes çok iyi hatırlar. Çaycısından, bekçisine, yazarından çizerine kadar. Kime sorsanız bilir. Mustafa Kemal Paşa bu tabloda şaha kalkmış bir at üzerinde tasvir edilmekteydi. Atın ayakları altında Yunan bayrağı olduğu ve Atatürk’ün bunu beğenmeyip sildirdiği de anlatılırdı. Diğer tablo İbrahim Çallı ve Ali Cemal imzalı olup Türk süvarisinin at üzerinde savaşırken tasvir edilişini gösteriyordu. Bir diğer Çallı imzalı tablo Atatürk’ün boy portresidir. Bu tablolar bir ara Beşiktaş Belediyesi tarafından da sergilendi. Tabloların fotoğrafı ve ebatları sergi kataloğunda yayımlandı.

Ressam Sururi’nin anılarında Atatürk’ün sanatseverliği.

Cumhuriyet Matbaası’nda basılan “Atatürk’e ait hatıralar” adlı eserde Ressam Sururi’nin oğlu Reha Taylan babasının Atatürk’le ilgili hatırasını şöyle anlatıyor:

Rahmetli babam ressam Sururi’nin pek çok defalar anlattığı bir hatırayı yazıyorum:

1931-31 senelerinde Ankara Etnografya Müzesi’nde ressamlar sergilerinden birisini daha açmışlar. Tabii sergi açmak, eser teşhir etmekle beraber, aynı zamanda maddi faydalar da sağlamak amacıyla olduğundan bütün ressamlar ziyaretçilerden başka, resim satın alacak şahısları bilhassa devlet hesabına tablo satın alacak heyetleri bekleyerek sergi müddetini hoş sohbetle geçirirlerken bir gün “Gazi Hazretleri, sergiyi ziyarete geliyorlar!” diye sevinçli bir haber almışlar. Birtakım hazırlıklar yapılıp Büyük Adamı beklemeye başlamışlar.

Şimdi babamın ağzından dinleyelim:

“Otomobiller müze kapısının önünde sıralanınca diğer ressamlar gibi ben de pek heyecanlıydım. Hepimiz Atatürk’ün o zamanki adıyla Gazi’nin resmini defalarca yapmıştık. Fakat O’nu yakından gören ressam arkadaşlar pek azdı. Ben Gazi’yi henüz o gün görmüştüm. Sergide Gazi’nin bazı portreleri vardı. Fakat Gazi’nin mavi gözlerine, sarı saçlarına, kırmızı yüzünün renklerine uygun mudur diye bunları bir anda düşünürken O mermer merdivenleri gülerek ve etrafındakilerle konuşarak çıkıp salona girdi. Biz ressamlar sıralanmış onu selamlıyorduk. Karşılığı:

– Merhaba ressam arkadaşlar!.

Sözü oldu.

Hepimizin ayrı ayrı hatırımızı sorarak ellerimizi sıktı. Büyük bir hassasiyetle her tablonun karşısında duruyor, tablonun ressamından mevzu ve renkler hakkında izahat alıyor ve fikir beyan ediyordu.

Tam bir saatten fazla bizim ve resimlerimizin arasında kaldı. En son tabloyu da seyredip gitmeye hazırlanıyordu ki bir anda değişti. Yüzü bambaşka bir hal aldı. O çehreyi hiçbir ressam tuvalinde canlandıramazdı. Buna imkan yoktu. Hepimiz birbirimize bakıştık. “Acaba canını sıkacak bir resim mi var!” diye düşünürken insanın içinin en derin yerlerine nüfuz eden ve titreyen hakim bir sesle:

– Arkadaşlar sizi tebrik ederim. Çok çalışmışsınız, pek çok muvaffak olmuşsunuz. Gayet güzel eserler vücuda getirmişsiniz. Yalnız sizi tebrik etmek kafi değil. Sizin hepinizin paraya ihtiyacı vardır. Veriniz bakalım fiyat kataloğunu! dedi.

Biz şaşırmıştık. Etrafında bulunanlardan bir zat bizden aldığı kataloğu Gazi’ye verdi. O bir koltuğa oturarak kalem istedi ve yüksek sesle şu sözleri söyledi ve yazdı.

Filan arkadaşın şu kadar resmini falan Vekalete, bu arkadaşın bu kadar resmini şu umum müdürlüğe. Bu kadar resim de falan bankaya diye hepimizin resimlerini fiyatlarından hiç tenzilat yapmadan bankalara, vekaletlere, umum müdürlüklere dağıttı. Altına bir de kocaman imzasını attı.

Bize de:

– Arkadaşlar yarın gidip resimlerinizi teslim edin ve paralarınızı alın! Dedi.

Böylece aramızdan ayrıldı. Hepimiz şaşkınlıktan sevinemiyorduk. Ertesi günü imzalı kataloğu isimleri yazılı makamlara götürdük. Hiç itirazsız memnuniyetle Atatürk’ün bu emrini yerine getirip resimleri aldılar ve paramızı verdiler.”

Reha Taylan (Ressam Sururi’nin oğlu)

Atatürk’e ait hatıralar, Cumhuriyet Matbaası İstanbul, 1949, s. 160-161.

Tabloları Cumhuriyet gazetesine Atatürk gönderdi.

Atatürk resimleri; bankalara, vekaletlere, umum müdürlüklere dağıttığı gibi, Yunus Nadi’nin sahibi olduğu Cumhuriyet gazetesine de birkaç resim gönderdi. Bankalar, vekaletler, umum müdürlükler ve Yunus Nadi gibi tanınmış zenginlere bu güzel bir ders oldu. Daha sonraki yıllarda bir daha böyle bir dersle karşılaşmak istemeyen müesseseler; ne zaman büyük bir resim sergisi düzenlense kendiliğinden gelip sanata ve sanatçıya destek oldu.

Bankalar, vekaletler, umum müdürlükler ve Yunus Nadi’nin sahibi olduğu Cumhuriyet gazetesinde önemli sanat eseri tablo koleksiyonları bu nedenle meydana geldi. Bunu teyit eden daha birçok hatırat, ses kaydı mevcuttur. Dilerim Atamızın Cumhuriyet gazetesine gönderdiği paha biçilmez İbrahim Çallı imzalı eserler bulunur ve ait olduğu yere konulur.

Sayın Emre Bey, sizde yukarıdaki temennilerime katılır ve İbrahim Çallı imzalı Atamızın Cumhuriyet gazetesine gönderdiği paha biçilmez sanat eserlerinin, ait olduğu yere koyulmasına yardımcı olursanız çok sevinirim. 

 Selam ve saygılarımla,
Atilla Oral
Araştırmacı yazar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir