Uçak Mühendisi Salâhattin Reşit Alan’ın yaşamı ve şehit oluşu…

İbrahim Alâettin Gövsa; Uçak Mühendisi Salâhattin Reşit’in yaşamını ve şehit oluşunu: “Acılar: nazım, nesir” adlı eserinde şu cümlelerle anlatıyor:

SALÂH İÇİN

“Varlıklarıyla hayatı temsil eden bazı nâdir şahsiyetler vardır. Onların hususiyetleri, içinde bulundukları muhitte herkese sevgi, sıcaklık, neşe ve itimat vermeleri, yani yaşamak zevkini telkin etmeleridir. Bu sıfat herhalde yalnız simalarındaki tenasüpten, bünyelerindeki metanet ve kudretten değil, bilhassa ruhlarındaki kuvvetli, iyi ve güzel mahiyetten ileri gelir. Onların kaybolmasıyla hayatımızda büyük bir boşluk hissederiz. Bazı ölümlerin etraflarında bir velvele, memlekette geniş bir teessür uyandırması, sarî ve umumî bir mâtem haline gelmesi mutlaka bundan olacak.

Temmuz’un on üçüncü Çarşamba günü İnönü’ndeki tayyare kazasında kaybettiğimiz mühendis Salâhattin Alan da işte böyle benzeri pek nâdir bir şahsiyetti. Fazla olarak çok genç, gayet değerli, pek iyi ve pek güzel bir insandı. Eniştesi olmak sıfatıyla onu beş, altı yaşlarından beri tanırım.

Babası Rumeli’de kumandanlıklarda, Mutasarrıflıklarda bulunmuş bir asker, Reşit Paşa, o çocukken ölmüştü. Annesi Emine Reşit Hanım, eşimin teyzesi münevver ve faziletli bir kadındı. Oğlunun uzun tahsil yıllarından döneceği sene içinde onu görmeden öldü. Salâhattin Reşit, yedi sekiz yaşlarında iken Moda Fransız Mektebi’ne verildiği zaman üç ay içinde Fransızca’yı konuşacak derecede yüksek bir zekâ kabiliyeti gösteriyor ve (Freres)’leri hayrete düşürüyordu. Bir aralık Kadıköy Lisesi’ne verildi. Şimdi Mülkiye Mektebi Müdürü bulunan arkadaşım Mehmet Emin o zaman bu mektebin müdürüydü. Kendisine Salâh’ı tanıtmak için mektebe gittiğim zaman «Aman, demişti, buna dikkat ediniz, harikulâde bir çocuktur.»

Dostum hakikaten isabetli bir tahminde bulunuyordu. Salâhattin, tabiî zekânın çok üstünde bir yaradılışa sahipti. Orta tahsil için Almanya’ya gönderildiği zaman on üç, on dört yaşlarında ancak vardı. Bilhassa Danzig’de okumuştur. Sonra Fransa’ya gitti ve meslekî tahsilini Paris’te tamamladı. Tayyare Cemiyeti hesabına geçmeden önce ne kadar güç şartlar içinde okuduğunu, bir kitap edinmek veya bir tiyatroya gidebilmek için çok defa sabah kahvaltılarını hazfettiğini biliyorum. Tayyare fabrikalarında çalışmak suretiyle mektep tahsilini tatbikat sahasında dahi ikmal etmiş, hem mükemmel bir mühendis, hem de iyi bir pilot olmuştu.

Paris’te iken Amerikalı meslektaşlar ve dostlar edinmiş ve onlardan İngilizce de öğrenmişti. Bu suretle Almanca, Fransızca ve İngilizce’yi hemen kendi diline yakın bir kolaylıkla söyler ve yazardı.

1931’de memlekete döndü. Üç sene kadar Eskişehir’de Tayyare Mühendisi sıfatıyla çalıştı. Evlenişi bu sıralara tesadüf eder. Onu, Naşide Alan’la nişanlarken ve nişan yüzüklerini takarken; «Salâh’ın her şey olabileceğini tahmin ederdim. Fakat güzellik kraliçesiyle evlenerek günün birinde kral olacağını hiç… Senin kraldan daha yüksek bir mânevî payeye erişeceğini ve şehit olacağını kim düşünebilirdi?

O esnalarda ilk defa yaptığı tayyaresiyle Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü’nde uçmaya muvaffak olmuştu. Ve bu tayyare memlekette bizim vasıtalarımızla meydana getirilmiş birinci Türk kartalıdır. Yine bu sıralarda bir ecnebi firmanın ona Şark ve Balkan memleketlerinde mümessillik gibi kârlı bir vaziyet teklif ettiğini hatırlıyorum. Bu hem kazançlı, hem tehlikesiz ve mesuliyetsiz bir işti. Fakat idealist Salâh, memlekette bizzat tayyare yapmak ve bunların memlekette sürülerle uçtuklarını görmek sevdasındaydı. O işi kabul etmedi. Gönlü çok zengin olduğu için zengin olmak ihtirası yoktu ve o derece cömertti ki, hayatını da hiç zaruret yokken civanmert bir jest uğrunda — İnönü’ndeki Tayyare Şehitleri İhtifali’ne iştirâk için, konmaya müsait olmayan bir sahaya inmek suretiyle — harcadı.

Soyadını (alan)’dan almıştı, hayatını (alan)’da verdi.

Son senelerde Nuri Demirağ’ın sermayesiyle Beşiktaş’ta bir fabrika kurmuş ve orada yeni bir tipte on tane mektep tayyaresi yapmaya başlamıştı. Bu iş için birkaç seneden beri o kadar çalışıyordu ki, hemen hiç bir pazar, tatil yaptığını görmedim.

Temmuz’un on beşinci Cuma günü onu yıldırımla vurulmuş bir kartal halinde şehitliğe bıraktık. Naşide Alan mezarının başında kadınlığın bütün teessür kabiliyetiyle ve yaralı bir kuş gibi çırpındı. Dört buçuk yaşındaki kızı Meral’in güzel ve zeki gözlerine yetimliğin derin gölgesi düştü ve o gün İstanbul seması Salâh’ın çiçeklerle örtülü mezarına memleketin gözyaşlarını bol bol döktü.”

İbrahim Alâettin Gövsa; “Acılar: nazım, nesir” adlı eserinde Uçak Mühendisi Salâhattin Reşit için yazdığı şiir:

SALÂH’A

Heykellere örnek olsa derdim
Eşsizdi başın, yüzün ve cismin. 
Ömrün de zekâna benzeseydi.
Heykelleşecekti bir gün ismin.

Çıktın göğe yaptığın kanatla
Mutlak seni sevdiler semadan.
Yıldızlara der içim ki sorsam 
Bir ses verecek mi mâveradan,

Mahvolmada sevgiler, emeller 
Boşlukları görmedim ki, dolsun. 
Bir başka nasibi yoksa ruhun 
Allaha derim : Yazıklar olsun!

Temmuz, 1938.


Kaynak: İbrahim Alâettin Gövsa, Acılar: nazım, nesir, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1966, Sayfa: 48-49-50.


Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir