İstanbul 1918

İstanbul’da “İnfluenza” (Grip) 1918-1919

Gazeteci, yazar Sermet Muhtar Alus anlatıyor:

“O zamanlar, her sene kara kışta bir veya iki kere başı vurup lâakal on beş gün yatak döşek serilmek şarttı. Adı İnfluenza’ya tutulmak. Paçavra hastalığı da derledi ki sebebi, vücudu paçavraya çevirişi. (O vakit grip kelimesi ortada yok.)

Elâ gözlümün çıka gelişi en ziyade kânunlarda; 40 gün süren Erbain ve 50 gün süren Hamsin içinde. Erbainin Zemherir fırtınasıyla (İştidadülberd)ine, Hamsinin cemreler düşmeden evvelki (İzdivacı tayur) ve (Garsı eşçar) günlerine sanki balmumu yapıştırmış.

Yavaştan yavaşa lâfı başlardı:

– Kör olası gene sökün etmiş!
– Bitişikler kapı kapamaca yatıyorlarmış!…
– Karşıkilerde de var galiba. Doktor İpokratı girerken gördüm!

Buyurmadığı, mihman olmadığı ev, konak nerede?.. Mutlaka da en önce ya kel takyeli ahretliğe, ya merhumlar yadigârı Arap kalfaya, ya hanım nine kardeşi büyük teyzeye, ya da yeni geline musallat.

Kar kıyamette çangırılı paçaları sıvayıp kuyudan su çeke çeke taşlıkları, tahtaları oğmuş. Bacı başını rastiğe bulayıp kar toplayan güneşte kurutmuş. Teyzanım kulunç yellerine okutmak için titreye titreye Çukurçeşme’deki Kirli kızları boylamış. Tazeye gelince buz gibi hamamcıkta yıkanıp çivi kesmiş.

Dideler ruşen, artık çekiver kuyruğunu. Kucaktakinden köşe minderindekine kadar evdekileri sıralardı.

Hepsi sergi, Kafa kazan, beyin zonk zonk, vücut fırın, her azada sızı. Gelsin filcan filcan ıhlamur hatmi, mürver! koca koca güllâçlarla sulfato, antipirin, fenasetin (daha aspirin de meçhul); şişe şişe belladonlu, ipekalı şuruplar; paket paket döver tozu, bizmüt tozu…

Hunnak gibi üç 24 saati bırak, âdi soğuk algınlığı gibi dokuz günde savan babayiğiti parmakla göster. İkinci hafta aşıldıktan sonra hafifler, bet beniz balmumu, gövde pelte, lök gibi kaşelerden ağız çirişçi çanağı, beziryağı vari şuruplardan mide altüst, buruk tozlardan bağırsaklar büzülü hâlâ genizde yanma, hançerede gıcık, göğüste hışırtı gûya yataktan kalkılırdı.

Fakat odadan çıkmak kimin haddine? Zerre kadar üşümeğe gelmez, çam sakızı (ben buradayım) der. Maazallah zatürree, zatülcenp bile haritada var.

Odanın içinde soba hani harıl, mangal nar gibi, pencere kenarları yapışık; kapıda baklava dikişli pamuk perde yerlere kadar…

Başta erkeklerde takye, kadınlarda sımsıkı yemeni, boyunda bir değirmi yıkanmamış tülbent, küreklerin üstünde vatkalı pamuk.. Böylece de hayli günler geçirildikten sonra sofayı geçip karşı odaya gitmek için yün atkıya sarılan sarılana, hattâ hırka, kürk giyen giyene…

Küpten yeni konmuş su şöyle kalsın, sürahide durmuşuna bile dudak değdiren kim? Mangalda üçlük cezve hazır; hemen bardaktakinin üstüne bir parmak boca. Şayet cezve mezve yoksa. yahut kül kalkmış da yayılmışsa bardak ateşin yanına.

Bunlara rağmen evin içinde güvercin tersi yemiş gibi gene kısık sesler; kontrbaso, baso, bariton, alto perdelerinden öksürükler; dahme gibi aksırıklar… Mart dokuzu atlatılacak, Nevruzu sutlanı ile ilkbahar girecek de hâlâs olunacak.

Lâf ola, beri gele. Mart’ın kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırdığını, Sittei sevrini unutmayalım.

İyi hatırımdadır. İnfluenza 1918 senesinde İstanbul’a pek acarcasına gelmiş, girmediği kapı baca kalmamış, saygısızca yerleşip nice kimselere duman attırmıştı.

Sıvırya panik. Az buçuk meraklıya zır deli, sari hastalığa (senesi ise geçer), ahretine kavuşana (günü dolmuş) diyenler bile (biz de mi tutulacağız?) korkusundan bitiyor.

Göz açıp kurtulanlarda gene helecan: Ya nüks ediverirse, bu Sefer daha dallı budaklı olursa…

Vehim bu, malûm a bir defa dala bindi mi bastırdıkça bastırır; faizi mürekkep hesabıyla ürer. Bu münasebetle hiç mübalâğasız bir vakıâ hikâye edeceğim:

Temizlik meraklısı bir eski ahbaplar vardı. Evlerine gir, bal dök yala. Pırıl pırıl taşlık, gıcır gıcır merdiven, ayna gibi camlar, sakız gibi perdeler, lâvanta çiçeği kokusu bürümüş minder örtüleri.

İşleri güçleri perşembe tahta silme, cuma ortalık süpürme, cumartesi çamaşır, pazar ütü, pazartesi sökük dikme, salı sandık İstifi, çarşamba Çinili hamama tetümmat tam tamamına ve büyüğünden küçüğüne kadar hepsi örnek.

Azıttıkça azıttılar: (Saka kirli çorap bile bastı), (imamın kedisi siğdi), (misafirin çocuğu galiba helâya nalınsız sız girdi) diye durmadan mutfağı, taşlığı, odaları şartlamalar. Halleri harap; hem üzüntüden, hem yorgunluktan helâk oluyorlar.

Paçavra hastalığının o şidetli sensi. Konu komşu: (Aman pek salgın kendinizi koruyun) diye dursunlar, umurlarında değil; hâlâ temizlik derdindeler.

Sen misin aldırmayan?… Günün birinde bunlar da ardı ardına yakalanıyor. Akla karayı seçtikten sonra kurtuluyorlar amma hepsi canlı cenaze.

Şimdi de mikrop derdine düşmezlermi?… O gül gibi evlerinin halini görmeyin. Süblime ile yamyaş paspasdan, pırıl pırıl taşlıkta pençe pençe çamur| duvar diplerine serpilmiş, kireçten gıcır gıcır merdivenlerde beyaz ökçe izleri; sakız gibi perdeler alacalı bulacalı; lâvanta çiçeği kokan örtülerde keskin keskin asidfenik kokusu…

Meselâ bir misafir gelmiş de hoşbeş arasında: (Filânca da hasta, demiri yokladık) der demez hanımla kızı haydi dörtnala dışarı. Çocukları odaya kapayıp lâstik balonlu pülverizatörle tepeden tırnağa pıspıs; misafir gider gitmez de ellerini, üstlerini başlarını, ortalığı süblimeye bulama…

Dedik a, bastırdıkça bastırır. Buyuranın ne dilinde ne halinde hastalıktan kalkış, hastalıklı yerden geliş alâmeti yoksa şimdi de ağız ararlardı. Faraza (bugün falancalara uğradık)! dediler mi boş atıp dolu vurmak için hemen:

– Ortancanım Paçavradan yatıyormuş!…
Karşılık (hayır!) ise:
– Estağfurullah, ortancanım değil. Hacı bey!…
Bu sefer de fos çıktı mı:
– Torunları namizaçmış galiba!…
– Biraz öksürüyor amma ayakta dolaşıyor! cevabını alır almaz yallah gene dışarı ve ayni minval…

Nihayet kimseler gelmez, kimseler? gitmez, kimse ile görüşemez hale geldiler. Daha ardından hatun eni konu oynattı. Kızı kara derilere sarıldı. Çocuklar sıskalaştıkça sıskalaştı. Damat da kendini içkiye verdi. İçlerinden sağ kalan bir o var. Gelgelelim zavallıcık menzul, yarın öbür günlük….

İstanbul'da İnfluenza (Grip)

Enflüenza İtalyanca İnfluenza kelimesinden geliyor. Buradaki z onlarca çe okunur). Şeytan kulağına kurşun, dağlara taşlara habisin çoktandır adı, sanı battı. Mütareke seneleri İstanbul’da çok hanümanları mateme sokan (İspanyol nezlesi) nam cellâd bu murdarın azmanı idi ya.

Kat’î kayıtlara göre o yıllar Avrupa’da , Rusya hariç, üç milyon, Uzak Şarkta 15 milyon kurban vermişmiş…”


Sermet Muhatar Alus
Akşam gazetesi, 30 Ocak 1941, sayfa. 4

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir