Merd-i Garip
Ahmet Rasim Bey’in 25 Aralık 1918 tarihli Yeni Gün gazetesinde yayımlanan Merd-i Garip adlı hikayesi:
Merd-i Garip
Oldukça hatırı sayılır erbab-ı işretten, fakat sevilir takımından bir merd-i garib var idi.
Bir gün Bağlarbaşı tarafına çıkar, çakar. Akşama doğru bir de yüz dirhemlik alır. Karacaahmet mezarlığı bu mudur? Diyerek yürür. Mezarlığın, kendisince münasip gördüğü bir mahallinde durarak elindeki yüz dirhemliği de içer. Sızmak istidadı rû-nümâ olunca zaten evvelce tasladığı bir yanı açık, üstü kapalı bir lâhdin içine göçer, yatar.
Dem, suyunu çekip de yakaza başlayınca kulağına birtakım sesler gelir. Gözlerini açar, bakar, görür ki fevk-i firaşında şehrâyîn icra ediliyor. Mumlar dikilmiş, meclis kurulmuş, iki telli bir sazın hava-yı murakkası ile birkaç karı çalkayıp duruyorlar. O…h!.. ne âlâ!. kâh gâh…
Fakat serde, derd-i humar var! İrkilip kalkmak, lâhitten çıkmak kabil değil, diğer taraftan meclise bigâne durmak da adab-ı muaşeretin kabul edemeyeceği bir hareket!..
Kendi kendisine der ki:
– Mecalim yok… Bari elimi uzatayım. Elbette bir kadeh verirler!..
Uzatır.
Aman efendim!.. El çıkar çıkmaz bezimgâha bir perişanlık gelir, bir perişanlık gelir ki o pala bıyık topçu neferleri, o dünyayı hiçe sayan alüfteler ne var, ne yok cümlesini bırakırlar.
Evliya çıkıyor!
Diye tabana kuvvet kaçmaya başlarlar.
Merd-i garib bu an-ı panikten, bu hengâme-i şûraşûrdan müteessiren dirilir. Filhakika çıkar! Bil-irtical meze sofrası ittihaz edilmiş olan taşın üstünde dikili mumların delaletiyle kolaçan eder, bakar ki şişe şişe rakılar, paket paket tütünler, bir iki para kesesi, bir kama, mezar taşının oyuk bir yerine yapılmış zeytin salatası, sarı saman kâğıt içinde tulum peyniri, sigaraları henüz tüten ağızlıklar, mendiller, başörtüleri, çalpara… Daha neler, neler? Hatta saz da yerli yerinde duruyor!
Düşünür:
Bu ganâim-i şebaneden iyice istifade etmek için alel-acayip bir avaz ile kaçanları çağırır. Koca kabristanın sükûnu içinde patlayan bu na’re-yi zehre-şikâfa cevap veren olmaz. Bekler, kimseler gelmez. En nihayet şişelerden birine yanaşır, ona hatime verince ikincisine el atar, onu da ikmal eder. Mezelerden yer, tütünlerden içer, para keselerini cebine koyar, kamayı beline takar, sazı da eline alır, Haydarpaşa civarına iner. Gecenin kısm-ı mütebakisini de sema-yı mükevkeb altına çekilip geçirir.
Cenab-ı Hak rezzak-ı âlemdir. Gördünüz mü?
Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar imiş!…
Ahmet Rasim
Kaynak: Yeni Gün gazetesi, 25 Aralık 1918, sayfa: 1