Atatürk ve Psikoloji

Atatürk ve Psikoloji

İbrahim Alâettin Gövsa: “Atatürk ve Psikoloji” başlıklı yazısında Atatürk ile ilgili anısını şu cümlelerle anlatıyor:

“Vefatından tam on sene evvel, 1928 Ekim ortalarında bir akşamdı. Sofra Büyükada’da Yat Kulübü’nün bahçesinde kurulmuştu. Gece yarısından sonra saat bir buçuk, iki vardı. Ben bahçenin bir köşesinde uzaktan onun durup dinlenmek bilmeyen neşeli ve sevimli hareketlerini hayranlıkla seyrediyordum. Bir aralık gözü bana ilişmiş olacak, işaret etti, yaklaştım. Sofrada karşısına tesadüf eden emrettiği yere oturdum. Kendine mahsus tatlı bir tevazuuyla iltifat ve ikram ettikten sonra bir müddet başkaları ile ve başka meselelerle meşgul oldu. Sonra bana döndü. Lâtife etmek ve sarmak için bir vesile hazırlamak istediğini hissediyordum.

Cennetmekânın sohbetlerine daima tatlı bir çeşni karıştıran merhum Nuri Conker bu vesileyi kolaylaştırmak için beni methe delâlet edebilecek birkaç şey söyledi. Mecliste iyi konuştuğumu anlatmak istedi. Beni sevdiği için bunda samimî olduğundan eminim. Fakat bu fikri ya ihtiyarsız, yahut iltizamı bir surette tuhaf bir şekilde ileri sürdü. «Alâettin Beyi mecliste kaç defa dinledim. İfadei meram ediyor (meramını anlatıyor), dedi.

Atatürk’ün aradığı lâtifeye bir zemin hazırlanmıştı:
“Vay efendim vay! Güya sen de methettin, öyle mi? Konuşan her insan ifadei meram eder. Sanki bununla ne demek istiyorsun?”
Bu suretle önce Nuri Conker merhuma tevcih eden hücumun bana dönmesi için başka bir vesile çıktı. Sofrada bulunanlardan biri benim vaktiyle Avrupa’da psikoloji tahsil ettiğimi söyleyiverdi.

“Vay demek ki, siz Avrupa’da psikoloji, yani ruh ilmini tahsil ettiniz. Öyle ise bana anlatınız, bakalım. Sizin tahsil ettiğiniz psikoloji, ruhu ne suretle târif eder?”

Sofra sohbetlerinin sevimli bir çeşnisi olan imtihan safhası başlamış demekti. Cevaptan kaçmak, yahut sualdeki maksadı düşünerek cevabı lâtife ile telâkki etmek onun muazzez ve muazzam şahsiyetine karşı borçlu olduğumuz tâzime münafi olurdu. Ben hem ilmî esasa sâdık kalmak, hem de cevabın vesile verebileceği münakaşalı bahisleri açmamak için şöyle bir cümle arziyle iktifa edeyim dedim:

“Efendimizce malûmdur ki, bugünkü psikoloji, ruhun kendisiyle değil, tezahürleriyle yâni hâdiseleriyle meşgul olur. Ruhun künhünü ve cevherini tetkik etmeyi felsefeye bırakıyor. Şu halde ruhu tarif felsefeye ve felsefenin metafizik bahsine aittir ve bizim tahsil ettiğimiz psikoloji, ruhu tarif etmiyor.

Cevap hakikate uygun. Fakat onun kuvvetli mantığıyla tahlil ve tezyife de müsaitti: Psikoloji, ruh ilmi demekti. Bir ilim, meşgul olduğu mevzua (konuya) müstağni (çekingen) kalabilir miydi? Ve o ilmi tahsil eden adam, uğraştığı bahsin künhünü (özünü), esasını tarifte aczini itiraf edebilir miydi? Bu ne büyük bir cehaletti? Bu cehaleti kazanmak için Avrupa’ya kadar gitmeye ne hacet vardı… vesaire… vesaire..”

O madenî ses, belki yarım, belki de bir saat bu mevzu üzerinde kâh neş’e ile, kâh tehevvürle çınlayıp köpürdü. Bazen o kadar güzel ve orijinal şeyler söylüyordu ki, onları dinlemek itâba ve hücuma mâruz kalan için bile bir zevk teşkil ediyordu. Fakat biraz da ifrata giden bu haksız hücumun uyandırmak ihtimalinde bulunduğu inkisarı (kırılmayı) Atatürk, birkaç gece sonra yine kendine mahsus eşsiz bir büyüklükle tamir ve telâfi lûtfunda bulunmuştu ki, onun vicdanıma tahmil ettiği (yüklediği) minneti ebediyete kadar hissedeceğim.

Aynı ayın 28’inci günü akşamı Harf İnkılâbı’nın ilk esaslarını takarrür ettirmek (kararlaştırmak) üzere Dolmabahçe Sarayı’na dil ve edebiyat mensupları davet edilmişti. Ben de bu arada idim. Sofradaki yerim, ona hayli uzak bir noktaya tesadüf etmişti. Yeni bir imtihana mâruz olmamak için bu tesadüften de memnundum. Fakat o beni uzaktan görünce karşısına dâvet etti ve oradaki zat ile yerlerimizi değiştirmemizi emretti. Hem korkarak, hem sevinerek karşısına oturduğum zaman bana onun çapındaki bir insanın yapmayacağı bir tevazu ile şu iltifatta bulunmuştu:

” – Benim şakalarıma alışık değilsiniz. Geçen akşam psikoloji vesilesiyle söylediklerim lâtifeden ibaretti. Siz nasıl askerlik bahsinde bir reye sahip olamazsanız, ben de psikoloji meselesinde öyleyim…”

Atatürk’ün gösterdiği büyüklük karşısında ben o akşam daha fazla küçülmüştüm. O anda duyduğum ulvî heyecanı şu satırları yazarken de tekrar hissediyor ve onun ebedî ve muazzam ruhuna binlerce selâm ve tazim ithaf ediyorum.”


Kaynak: İbrahim Alâettin Gövsa, Acılar: nazım, nesir, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1966, Sayfa: 20 (Yedigün mecmuası, Kasım, 1938, no: 348, Sayfa: 6-7)

Bir yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir